Üzerinde çokça tartışılan kavramlardan biri de himmet. Tasavvufî yaşantı sahiplerinin sıkça kullandığı himmet nedir? Niçin tartışma konusu yapılıyor, neresi yanlış anlaşılıyor? Himmet kavramını kullananlar niçin ve nasıl kullanıyor?..
Üzerinde çokça tartisilan kavramlardan biri de himmet. Tasavvufî yasanti sahiplerinin sikça kullandigi himmet nedir? Niçin tartisma konusu yapiliyor, neresi yanlis anlasiliyor? Himmet kavramini kullananlar niçin ve nasil kullaniyor?
Himmet, kelime manasiyla kalbi, iradeyi, duygu ve düsünceyi bir noktaya toplayip, tek hedefe yönelmek demek. Kelime kökü Arapça “hemm”. Hemm, iyi olsun kötü olsun, herhangi bir seyi yapmaya yönelmek, himmet ise, kiymetli, serefli ve güzel seylere yönelmek manasini tasiyor.
Kelime manasiyla düsündügümüzde, her in-sanin azmettigi ve gayretini yönelttigi bir hedefi mevcut. Insanlarin kimi sadece karnina, kimi de kalbine yöneliyor. Herkesin kiymeti de yöneldigi seye göre ölçülüyor. Buradan hareketle, derdi yalnizca dünya olanin Allah katinda hiçbir kiymeti olmaz. Hedefi Allah rizasi olanin ise, kiymeti kelimelerle ölçülemez.
Bugün günlük hayatimizda himmet deyince akla yardim ve destek geliyor. ‘Falanin himmetiyle müskilim çözüldü’ derken, bana sagladigi destekle sikintidan kurtuldum demeyi kastediyoruz. Böyle bir himmeti inkar eden yok. Çünkü bütün insanlik, birbirine muhtaç bir halde yaratilmistir. Zayiflar güçlülere, fakirler zenginlere, hastalar doktorlara, cahiller alimlere muhtaç edilmis; kendisine maddi-manevi imkan ve nimet verilenler de, onu muhtaçlara ulastirmakla görevlendirilmistir.
Velilerin Himmeti
Çokça tartisilan velilerin ve kâmil mürsidlerin himmeti meselesine gelince; buna mürsidin teveccühü, manevi tasarrufu, nazari, feyzi ve duasi da denir.
Velilerin uzaktaki kimselere himmet etmesine ve tasarrufta bulunmasina bazilari itiraz ediyor. Mesele, ruhani alemde ruh vasitasi ile cereyan ettigi için, maddi sartlara mahkum olmus akil onu anlamakta zorlaniyor. Çünkü bu himmet ve yardim farkli boyutlarda, bilinen zaman ve mesafe ölçüleri disinda tezahür ediyor. Bu nedenle onu bizzat tecrübe etmeyenler, olduguna inanmak ve olayi anlamak için delil ve izah istemekteler. Bunda haklilar. Biz de meseleyi isin ehline ve onu tecrübe edenlere soracagiz. Bu konudaki delilleri ortaya koyacagiz. Yanlis anlama ve uygulamalari tesbit edecegiz.
Tasavvuf erbabina göre himmet; kulun kendisini veya baskasini bir hayra ulastirmak, bir serden korumak veya bir kemâli ele geçirmek için bütün ruhanî gücünü kullanarak kalbiyle Cenab-i Hakk’a yönelmesidir. (Cürcani)
Himmet, ilahi nurla temizlenmis ve takva ile yücelmis ruhlarin Allah’in izniyle muhtaç kullara yardim etmesidir. Bu âli ruhlar zamana bagli degildir, mekan ile sinirlanmazlar. Maddi sartlar en-gel olmaz onlara. Himmet, kâmil velilere emanet edilmis ilahi bir nurdur. O nur ile yol alir, hak yolcularini terbiye ve takviye ederler.
Himmet, Allah’in bir rahmetidir. Himmet ehli, bir rahmeti yerine ulastirmakla görevli Allah’in dostudur. Kur’an ifadesiyle onlara “cündullah (Allah’in askerleri)” denir. Sayilarini, yerlerini ve görevlerini ancak Allah bilir. (Müddessir/31) Onlar, meleklerden ve kâmil müminlerden olusur. Cenab-i Hak, onlar vasitasiyla dilediklerine yardim edip, müsküllerini çözer. Aslinda kuluna destek veren ve müskülünü çözen Allah’tir. Peygamber olsun, veli olsun, diger varliklar vasitadan baska bir sey degildir. Bu hakikati Rasulullah (A.S.) Efendimiz söyle ifade buyuruyor: “Asil veren Allah’tir, ben ise verileni taksim edip yerine ulastirmakla görevliyim.” (Buhari, Müslim)
Ilahi Ikram
Müttakilere Allah tarafindan verilen bir sermaye, ilahi bir emanettir himmet. Allah’in sevdiklerine ikrami, ilahi askin meyvesi, takva sahiplerine bir hediyedir. Allahu Tealâ, sevdiklerine yaptigi bu ikrami meshur bir kudsi hadiste söyle bildiriyor:
“Ben, farz ve nafile ibadetlerle bana yaklasan kulumu sevdigim zaman, onun gören gözü, isiten kulagi, tutan eli, yürüyen ayagi olurum. O benimle görür, benimle isitir, benimle tutar, benimle yürür. Bana siginirsa onu himaye ederim. Benden bir sey isterse kendisine veririm.” (Buhari, Ibnu Mace, Ahmed)
Iste velilerin ulastigi bütün keramet ve himmet bu hadiste özetleniyor. Bu hadiste Allah dostlarina verilen imkan ve yetkilerin ne boyutta oldugunu büyük müfessir Fahruddin Razi’den dinleyelim:
“Insan büyük bir baglilik ve samimiyetle Allahu Tealâ’ya itaate devam ederse, Allah’in, onun gözü ve kulagi olurum buyurdugu bir makama yükselir. Allah’in celal nuru kul için bir kulak olunca, o yakini isittigi gibi uzagi da isitir. Bu nur onun için bir göz olunca, yakini gördügü gibi uzagi da görür. Ve yine bu nur kul için bir el olunca, o elin zora, kolaya, yakindakine, uzaktakine, her seye gücü yeter.” (Mefatihu’l-Gayb)
Iste kâmil bir veli, darda kalip kendisinden yardim isteyen bir mümine ilahi izinden sonra bu nur ile yardimci olmaktadir. Mesafe ne olursa olsun, kalbi ilahi nur ile cilalanmis kamil bir veli, Allah’in izni ve dilemesiyle dünyanin her yanini görebilir, her sesi isitebilir, her yana el uzatabilir. Bu, Allahu Tealâ’nin diledigi kullari için kolay ve mümkün. Ancak bu nimeti kime, ne zaman, ne ölçüde verecegini Cenab-i Hak tayin eder.
Himmet Samimiyet ve Edebe Baglidir
Allah’in rahmetini çeken en güzel sebep, kalbin samimiyetidir. Allahu Tealâ, isteginde samimi olmayan gafil kalbin duasini isitir, fakat kabul etmez. Arzu ve istediginde samimi, sabirli ve azimli olan kimsenin ise eli bos dönmez. Büyük veli Abdulkerim el-Cilî (K.S.), “Insan-i Kamil” kitabinda, bütün basarinin himmetteki samimiyete bagli oldugunu belirtiyor ve ekliyor:
“Isteginde samimi olan kimsenin iki alameti vardir: Yöneldigi ve istedigi seyin olacagina kesin olarak inanmak ve gücü nisbetinde istenen seylerin geregini yapmak. Hali böyle olmayan kimseye himmet ve azim sahibi denmez. O sadece bos temenniler ile avunan ve davasinda yalanci olan biridir. Böyle bir kimse aradigini bulamaz, sevdigine kavusamaz. Onun hali, elinde kalemi, kagidi olmayan, okuma ve yazmasini da bilmeyen bir kimsenin mektup yazmaya kalkmasina benzer. Bu durumda olan birisi mektubu nasil yazacak? O, bu sekilde niçin mektub yazmak istiyor ki?”
Himmet Kaderle Sinirlidir
“Rasulüm de ki: Ben, Allah’in dilediginden baska kendime herhangi bir fayda ve zarar verecek güce sahip degilim.” (A’raf/188) ayet-i kerimesi, her seyin Yüce Allah’in takdirinde oldugunu belirtiyor. Büyük arif Ibnu Atâ (K.S.) Hikem adli eserinde der ki: “Himmetler ne kadar büyük ve hizli olursa olsun kader sinirlarini geçemez.”
Kâmil mürsid, müridin istegine degil, Allahu Tealâ’nin onun hakkindaki takdirine bakar. Bir çesit kader vardir ki onun gerçeklesmesi Allah tarafindan kesin hükme baglanmistir. Bu hükmü verilen seyin gerçeklesmesi kaçinilmazdir ve onu dua ve himmet degistiremez. Bir çesit kader de vardir ki, onun gerçeklesmesi bazi sebeplere baglidir. Iste dua, himmet ve sadaka bu kisimda fayda verir.
Hal böyle olunca, bazilarinin: “benim mürsidim gavstir, Allahu Tealâ’dan her ne isterse olur; bir bakista kâfiri mümin, fasigi muttaki eder, tek basina bir orduyu yener!” demesi dogru degildir. Bunlar Allahu Tealâ’nin kudretinde olan seylerdir ve zaten Allah dostlari, hep ilahi murada uygun seyleri isterler. Bu konuda büyük veli Mevlâna Halid Bagdadî (K.S.), kendisinden neslinin devami için dua ve himmet isteyen Akka valisi Abdullah Pasa’ya su cevabi gönderir:
“Biz kendimizi himmet ehli görmüyoruz. Ancak, öyle olsa bile, istenilen seyin kaza-i muallak (meydana gelmesi sebeplere baglanan bir kader) oldugu anlasilmadan himmet kullanilmaz. Kesin olan kaderi (kaza-i mübrem), degil veliler, peygamberlerin himmeti bile degistiremez. Onun sonucuna riza gösterip Allahu Tealâ’ya teslim olmak gerekir. Sunu belirtelim ki, velileri inkardan sakinmak vacip oldugu gibi; onlar hakkinda, imani bozacak kabullenislerden sakinmak da vaciptir. Bu asiri ve tehlikeli inanislar, daha çok velilere güzel zan ve asiri muhabbet besleyen kimselerde oluyor. Unutmayin ki, seytan hile ve düzen sahibidir; insani helake götürecek her yolu dener.” (Mektubat-i Mevlâna Halid, 7. Mektup)
Himmet Nefse Degil,
Hikmete Uygun Olur
Arifler Allahu Tealâ’nin hikmetine asiktir. Islerin görünen tarafina degil, sonucuna bakarlar. Onlar kendileri ve talebeleri için hep Allah’a yaklastiracak sebepleri ararlar. Kulun Allahu Tealâ’ya yaklasmasi, nefsinin terbiyesine baglidir. Bu terbiye bazen sihhat ile, bazen de hastalik ile gerçeklesir. Bazi kalb hastaliklarinin tedavisi fakirlik, yalnizlik ve çaresizlik ile olur. Kalp katiligi ve gafletin giderilmesi için bazen aci tecrübeler gerekir. Mürid bunlari bilmez ve bir sikintiya düsünce, kurtulmak için mürsidinden himmet ve dua ister. Mürsid feraset nuru ve ilahi bir ilimle, o sikintinin müridin derdine ilaç oldugunu görür ve onu Allah’a yaklastirdigini bilir; kisaca “dua ederiz” der. Mürid de, o derdin hemen bitecegini düsünür. Halbuki mürsid-i kâmil, Allahu Tealâ-’dan o sikintinin devamini istemektedir. Çünkü, müritteki gafletin ilaci o sikintinin içindedir. Hastaya ilacini içirmemek dostluk degil, ihanet olur.
Önce Hizmet, Sonra Himmet
Mürid: “himmet efendim!” dedikçe, mürsid: “önce hizmet evladim!” der. Arifler demislerdir ki: Mürsidin himmeti, müridin gayretine göre olur. Tarlasinda güzel ekin isteyen bir kimseye düsen ilk is, tarlayi temizlemek ve uygun tohumu oraya güzelce ekmek, pesinden de gerekli sulamayi yapmaktir. Bundan sonrasi elini açip hayirlisini istemek zamanidir. Bunlari yapmayan bir kimse, dünyadaki bütün velileri dolassa ve iyi mahsul için dua talep etse, tarlasinda ekin degil, ancak diken biter. |